30 Eylül 2010 Perşembe

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Güncesi-2

Kayıt yaptırdığımda Belgin'le konuşmuştum, gene onu bulmak üzere saat 11 de parktan içeri girdim. Gelmiş miydi acaba? Yarım gün gönüllü çalışma yapmak istediğimi söylemiştim. Şimdilik. Ne iş vereceklerini bilmiyordum.



Kapıda geçen gün geldiğimde gödüğüm bir bacağı kopuk kederli köpek karşıladı beni.








Sonra Belgin'i gördüm. Ne tanıdık bir yüzü vardı. "Ben geldim" dedim. "Hoş geldiniz" diyerek gülümsedi.
Sanki uzun süredir oraya gidiyormuşum gibi doğal bir eda ile, "bir dakika" dedi, içeri girdi ve bir bitki makası, uzun ince kürek gibi bir alet(adı neydi bu aletin acaba), bir önlük, iki çift doktor eldiveni, bir poşet ve bir plastik leğen elinde geldi. "Buyrun" dedi, beni girişteki çiçek tarhının yanına götürdü. 
Bu tarhdaki ölü çiçek başlarını alacak ve yabani ot temizliği yapacaktım.

"Bitkinin gücünün ölü çiçek ve saplara gitmemesi için bu temizlik önemli" dedi. "Yabani otların ise kökünden alınması çok önemli." 

"Peki" dedim ve başladım.


Tarhta, arka tarafta kasımpatılar, önünde mavi vapur dumanları en önde de mineler vardı.








Toprak sonbahar kokuyordu. Beş saat ara vermeden çiçekler ve toprakla meşgul olmuşum. Beş saat boyunca, sadece anda kalarak. Hiçbir şey düşünmeden. Her bir ölü çiçek ve dal için, gitmesi gereken her bir yabani ot için dikkatimi yoğunlaştırarak. Onlarla konuşarak.

Bir Zen bahçesinde çalışandım.

Adım adım
-duraksıyarak kimi zaman-
yürüyordum
hiçbirşey ve hiçbiryer arasındaki
köprüde



" Bir bahçeniz varsa ne mutlu size; bahçenin nasıl da bir Zen öğretmenine dönüştüğünü   deneyimleyebilirsiniz.
...
Nefes alır toprak. Alır ve verir.Biz de toprağın nefesini alırız. Yaşar ve ölür toprak.Onu izleriz.
...
Çiçek gübre olur, gübreden sebze büyür. 
Hepsi bu.
Bahçede çalışmak, toprağa, yaşam ve ölüme saygıyı öğrenmektir.
"
(Gündelik Yaşamda Zen isimli kitaptan)

İşim bittiğinde çiçek tarhının temizliği de bitmişti. Gelip bakanlar "çok güzel olduğunu" söylediler. 
Giderken kederli köpek araba yolu üzerine uzanmıştı. Beni görünce güçlükle kalktı, kenara çekildi.


Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi Güncesi-1

Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB), 1995 yılında Ali Nihat Gökyiğit tarafından eşi Nezahat Gökyiğit adına hatıra parkı oluşturulmak amacıyla kurulmuş, daha sonra bir botanik bahçesi olma yolunda çalışmalara başlanarak 2002 yılında halkın ziyaretine açılmış ve 2003 yılında adı Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi olarak değiştirilmiş.


Kendilerini ,
"Nezahat Gökyiğit Botanik Bahçesi (NGBB), Ali Nihat Gökyigit Vakfı’nın (ANG Vakfı) genelde biyolojik çeşitliliğin, özelde bitki çeşitliliğinin hayati önemi, korunması ve tanıtılması amacıyla gerçekleştirdiği toplumsal bir faliyettir." 
şeklinde tanımlıyorlar. Detaylar bu linkte.

İstanbul Belediyesinin ve Ağaç A.Ş. nin açtığı bahçıvanlık kursuna devam ederken bu parktaki gönüllü çalışma olanağı olduğunu öğrendim sevgili Ferah Hanım'dan. İki gün önce de gidip kayıt yaptırdım.


 
Bahçe usulca sonbaharı yaşıyordu.



Bakım çalışmaları başlamış, ağaç diplerine talaş tozları serpilmişti.

 Soğanlı bitkiler kolleksiyonunda siklamenler sonbahara "merhaba" diyorlardı.

Kaya bahçesi, renkli çiçeklerine özlem duyuyordu.

Bahçıvan çocuklara ayrılmış alana henüz çocuklar gelmemişti.

Çardakdaki bank çok davetkardı. Hangi sarmaşıktı dolanan acaba, etiketini bulamadım.

Nilüferler muhteşemdi. Tüm nilüfer havuzunu doldurmuşlardı.













Bu güzelim parkta hem yetişkinler hem de çocuklar çok sayıda etkinlik düzenlenmekte. Harika vakit geçirmek için tercih etmeye değer.




4 Eylül 2010 Cumartesi

Yaşamı ayrıntılarla derinleştirmek

15 Ağustos doğum günüydü. Tam yaşını bilmiyordum ama, 80 yıl üzerine bir yaş daha koyduğunu söylediler. O gün Pelitköy'deki evimize diğer sevgili komşularımla birlikte "Güle Güle Oturun" ziyaretine geldi. 

Her zamanki gibi son derece bakımlı, davranış ve konuşmaları ölçülü idi.


Bakşıları, konuşmaları, üstü başı, hafif makyajı, açık renk ojeli tırnakları, takıları, giydiği bluzun beyazlığından yansıyan mesaj, karşısındakine çeki düzen veriyordu. Bu mesaj, yaşamdaki her şeye özen göstermeyi emrediyordu.



Elinde getirdiği paketi "Güle Güle Oturun" diyerek bana verdi. Bir tabak içinde, bize her zaman ikram ettiği keki vardı. Çikolatalı kek. Tabağı çok zarif bir kağıda sarmış ve bir parça dantel fisto ile bağlamıştı.

Yedik, içtik, sohbet ettik. Keki, ikram masamda baş köşeyi almıştı. Tarifini istedik. Dikkatle yazdırdı.

Malzemeler:

4 Yumurta
1 Su bardağı toz şeker
2 Su bardağı un
1 Paket margarin
1 Bitter çikolata
3 Tatlı kaşığı kakao


Yapılışı:

Önce yağ hafif ateşte eritilir.İçine çikolata ve kakao katılır ve sürekli karıştırılarak
çikolatanın da erimesi ve kakaonun karışması sağlanır.
Daha sonra yumurta ve şeker mikserde köpürene kadar çırpılır.
Mikser kapanmadan yağ, çikolata ve kakao karışımı mikser kabına dökülür ve çırpılmaya devam
edilir.
En son un ilave edilir.
Kabartma tozu kullanılmaz.
170-180 derecelik fırında 45 dakika pişirilir.

Bir süre sonra "Müsaadenizi rica ediyorum" diyerek kalktı. Geçirirken "tabağı daha sonra takdim edeceğim" dedim. "O tabak senin canım" dedi. Ve gitti.

Bana tabak hediye getirmişti ama, sunumundaki ayrıntı kesinlikle daha kayda değerdi.

Daha sonra incelediğimde, tabakla kek arasına bir peçete koyduğunu ama bu peçeteyi koymadan önce, ona şekil verdiğini farkettim.



Kendinden etrafa sunulan her şeye dikkat ediyor ve imzasını ancak bu dikkatten süzülenlere atıyordu.

15 Ağustos doğum günüydü ve komşuların söylediğine göre 80 li yıllarını sürüyordu. Sağlıklı uzun bir ömür diledim içimden usulca.