10 Aralık 2010 Cuma

Fügen Ünal Şen Kitapları-1


 Yaşamdaki şiire dokunan yazıları daha çok seviyorum.

Bu şiir, hüznü, özlemi, hayal kırıklığını, sevinci her türlü duyguyu anlatabilir, hepsi kabulum. Yeter ki, yaşamın şiiri olsun okuduğum.

Hele bir de içinden sevinç fışkırdı mı... O zaman o sözcükler benim yüreğimden dökülüyor sanki. Yaşamda, bilinçli olarak tercih edilmiş sevincin çok şey başaracağına inananlardanım zira.

İşte bu yüzden çok sevdim bu güzel yazarı. Ne çok oldu: İçinden coşkuyla akan bir pınarı andıran doğallıkta yaşam sevinci fışkıran bir kitap okumayalı.


Kitabın üzerindeki resim, bir yerlerde usulca çimlenmeye çalışan bir meşe palamutu. Bir gün büyüyüp koca bir meşe ağacı olacağını bildiğinden midir telaşesizliği?

Arkasındaki yazı şöyle başlıyor:
"Tuhaf bir yerinde durup hayatın; ne önüme,
ne arkama, olduğum yere baktım.
Öylece...
Günlerce...
Baktım."

"Olduğu yere bakan"  tüm yazarların yazdıkları başım üstüne.

Yazıların çoğunda bir "yaşam bilgesi" ni sunuyor bize. Bu insanları farketmede usta olduğunu düşünüyorum sevgili Fügen'in.

...
"Sen şinci bu kavunu alcan mı?"
"Alacağım ya Teyzem,Kırkağaç'ın kavunu meşhur değil mi?"
"Meşhurluğunu bilmem ya, alsan iyi olur! Daha siftah yapmadı dayın"
"Dayın" dediği tarlada bağdaş kurup kavununu-ekmeğini paylaşan Mesut Amca.
...
"Zor be Nazlı Teyze, bu saat olmuş, neredeyse yatma vakti gelmiş köylük yerin, siz hala bir kavun satmadınız demek. Nasıl olacak peki?"

Korkacak değiliz ya, tarlada kavun var. Bir ekmek de aldık mı doyar karnımız. Kavun satmak bahane. Asıl sabah ben bu tarlaya geliyor muyum; elim ayağım tutup tarlayı suluyor muyum; güneş tepemi pişirirken ekşi ayranımı içip, sazdan yatağımda kıvrılıyor muyum; adını bilmem, sanını bilmem, senin gibi güleç bir yüzle sohbet ediyor muyum; sen yola koyulurken iki dua okuyup  ardından şekerli su döküyor muyum ...
A kızım, a benim genç yüzlü, soru yüklü kızım; kavun satmak bahane.
Asıl iş yaşamak, unutmayasın.
Sahi, senin bahanen ne?
...
Doğru ya, asıl iş yaşamakta;
Gerisi ıvır, zıvır,
gerisi bahane.
(Dönüş)

"Üzüntülü zamanlarda yanıma yaklaşır, kalbine bir pencere aç derdi anneannem." 

Böyle söylüyor. O anneannenin öğrettiği kalbe pencere açma becerisi mi bu güzelim satırların nedeni aceba? 

Anneanne ile bir gün  "yürek korkuya düşünce", "dört yapraklı yonca" aramaya çıkılmış. Gün boyu kırlarda dolaşılmış, "ballıbabaların balı yenmiş", "ipek böcekleri için dut yaprağı toplanmış", "bulutlar seyredilmiş" akşam eve gelince ödev hatırlanmış, ödevde "dört yapraklı yonca arandığı ve bulunamadığı yazılmış". 

"Şimdi anladım, ahh benim çocuk aklım, dördüncü yaprağı "yaprak" sanan yanım.
...
Yaprak diye ardığım şey, avucumun içindeydi, gözümün önünde, soluğumda, derimde, tanimdeydi.
...
Son kısmını bir türlü öğrenemediğim Rumeli Türküsü'ydü, beyazpeynir, domates ve taze naneli öğle yemeğimdi."
(Yonca Yaprağı)
"Ben ne kadar yaşamdan yanayım" dedim kendi kendime.

diye soran güzelim yazar, biliyorum ki gerçek yaşamında da bu soruya şöyle yanıt veriyor:

"İçime çığ düşüren bu soruyla bir kez daha anladım ki, "yaşamdan yana olmak" 0nu uzaktan seyretmekten daha çok daha zevkli.
Üstelik çok da kolay.
Bir paket çiçek tohumunu, hafif nemli toprağa sererken anladım;
"Yaşamdan yana olmak" demek, onunla bütün olmak...
Yaşama dokunmak demek.
(Yaşamdan yana mısın?)